CINGILLI BEŞİK (TEKE ZORTLATMASI / YENİ ROTA)

CUMHURİYET TIRMANIŞI

ALADAĞLAR – CINGILLI BEŞİK DORUĞU (YENİ ROTA)

TARİH: 29 EKİM 2020

ÇIKIŞ ROTASI: TEKE ZORTLATMASI (BATI – GÜNEY BATI)

EKİP: DURSUN ŞİMŞEK, UMUT KARKIN

 

—– BİR TIRMANIŞ ÖYKÜSÜ —–

19-20 Eylül’de yaptığım iki Aladağlar faaliyetinden sonra arada 5 haftalık bir boşluk oluşmuştu ve ben dağa gitmek için sabırsızlanıyordum, ayrıca önümde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vardı ve ben geçen yıl (2019) Cumhuriyet Bayramı tırmanışı yapamamıştım, bu yıl şartlar ne olursa olsun bayramda Aladağlarda olup tırmanmak istiyordum.

Bayramın perşembe gününe denk gelişi ve bir gün öncesinin yarım gün oluşundan dolayı hafta sonu ile birleştirip 3 veya 4 gün dağda kalacak şekilde bir faaliyet planı yapmak gerekiyordu.

Ankara’dan Tarkan abi iki üç yıldır Aladağlar Direktaşa çıkmadık diye hayıflanıp duruyordu, fırsat bu fırsat gidip hem Direktaşa tırmanalım hem de oraya giderken Torosların en yükseği olan Kızılkaya doruğuna çıkıp bayramı oradan kutlayalım diye plan yapıp Tarkan abiye ilettim, tamam dedi ancak aradan birkaç gün geçmeden özel bazı sebeplerinden dolayı Aladağlara gelmekten vaz geçti. Bu plana Adana’dan arkadaşımı da çağırmıştım ve hafta içinde haber vereceğini söylemişti ancak Tarkan abinin gelmeyişini öğrendikten sonra ben planı revize ederek Adana’dan gelecek arkadaşa bildirdim. Yaptığım plana göre 28 Ekim gecesi Sokulu Pınar kamp alanında buluşacak ve ertesi gün Cumhuriyet Bayramına yakışır güzel bir faaliyetle dört doruğa çıkıp geri kampa inecektik. Bu doruklar sırasıyla, Bozkaya, Hürtepe, Emler ve Kızılkaya’dan oluşmaktaydı. Narpuz vadisinden sağa kör boğaza yönelip öncelikle Bozkaya çıkıp sonrasında sırt hattı boyunca ilerleyip Hürtepe ve Emler’i de uğrayıp, Çelik Buyduran pınarına inip oradan Kızılkaya’ya tırmanacaktık. Plan güzeldi ve arkadaşımda tamam dedi ancak 28 Ekim günü ani gelişen bir sağlık sorunu sebebiyle gelemeyeceğini bildirince bende plana uyup, eşimi ve çocuklarımı Niğde’ye bıraktıktan sonra dağa devam etmeye karar verdim.  

Aladağlarda yaptığım her faaliyeti Niğde Akut ekibinden Dursun hocaya bildirmek hem bir gelenek haline geldi hem de başıma bir iş gelirse nerede olduğum bilinsin ve daha kolay yardım edebilsinler diye önlem amaçlı bir ritüel haline geldi. Bu seferde baştan beri her planı Dursun hocaya anlattım ve en son plana göre tek başıma gece Sokulu Pınara varıp orada kamp atıp ertesi gün Bozkaya’dan başlayan planımı gerçekleştirmeye deneyeceğim söyledim, telefonda bana “Akşama doğru bir daha görüşelim, ben duruma bakayım sende Niğde’ye yaklaşmış olursun, tekrar konuşuruz” diyerek telefonu kapattık.

Ben Niğde’ye varıp, çocukları bıraktıktan sonra Dursun hocayı birkaç kez aradım ancak her seferinde meşgul olunca, Sokulu Pınar’ın yolunu tutayım, gidip dağlarıma kavuşayım dedim ve Kayseri yoluna girip te otoban köprüsünü geçtikten sonra Dursun hoca beni arayarak yarın beraber faaliyet yapabileceğimizi, sabahleyin beraber dağa gitmemizin daha iyi olacağını söyleyince geri döndüm. Sabah 05.30 da Dursun hocayı evinden alarak yola çıktık, hava açık ve güzeldi ancak sabah serinliği biraz olsun üşütüyordu.

Akşamdan konuştuğumuza göre Cıngıllı Beşik tarafına gidecektik, Dursun hoca o zirveye çıkmadığını orasının daha iyi olacağını söyledi, tabi bana da uymak kaldı.

Saat 06.30 gibi Sarı Memedin Yurduna vardık, benim zirve için hazır bir çantam bulunmadığından hazırlığım biraz uzun sürdü ve en sonunda hazırlanıp yola koyulabildik. Doruğa ulaşmak için arabadan ayrılış saatimizi 07.00 olarak kaydettik. Yanımıza 60×2 adet yarım ip aldık, bu ipleri alma sebebimiz doruktan Emli tarafında bulunan ve birçok dağcı tarafından bilinen mağaraya iniş yapmak için alıyormuşuz! Ben tek ip alma konusunda ısrarcıydım ancak sonuçta çantalarımızda birer yarım ip ve üç beş perlonla yola çıktık.

Araçtan ayrıldıktan sonra, çeşmeden sularımızı doldurup, orman içerisinden, Mangırcı vadisine giriş yaptık, bolca sohbet muhabbet eşliğinde bir saati biraz geçtikten sonra, Kale tepe sapağına geldik, sapağı biraz geçip solda kalan duvara baktık, acaba buralardan çıkılabilir mi ki çok heybetli görünüyor ve çok da yüksek, buradan çıkılmaz ama sanki Kale Tepe ile Cıngıllı Beşiği bölen belden çıkılabilir diye kendi aramızda öylesine konuşuyoruz. Benim rotadan zaten haberim yok ancak klasikten çıkacağımızı umuyorum. Derken Dursun hoca, gel hocam duvarın dibine doğru gidelim dedi ve macera böylelikle başlamış oldu.

Duvarın dibine vardık ve yukarı doğru baktık, gerçekten çok heybetli bir duvar keşke yanımızda teknik malzememiz olsaydı belki burayı dener çıkamazsak geri inerdik dedik, kadere bak ki arabada iki tane takoz takımı olmasına rağmen onları dahi yanımıza almadık.

Ben Dursun hocaya soruyorum:

Gibi konuşmalardan sonra çıkamazsak ineriz deyip duvara girdik. Duvarın girişi oldukça sert, önden ben giriş yaptım, hava soğuk ve duvar neredeyse tam batıya bakıyor yani kayalar buz gibi güneş görmeleri de olanaksız, ellerim donuyor ve kayaları tutmakta zorlanıyorum derken, duvarın sağından başladığımız tırmanış bizi sola iterek bir on metre tırmandık ve ilk istasyon diyebileceğimiz noktaya geldik. Sola baktığımda boşa bir tırmanış yaptığımızı ve sol tarafın otlu bir yamaç olduğunu ve aynı yere çıktığını gördükten sonra neyse ısınmış olduk diyerek gözümüzü yukarı diktik.

Serbest bir tırmanışla riskli bir yeri geçmiştik, zaten emniyetli tırmanma şansımız da yoktu çünkü yanımızda geleneksel tırmanış için gerekli malzemeler de yoktu.

Dursun hocamın devam et hocam demesi üzerine ben, gözümü kestirdiğim kolay yerlerden tırmanmaya başladım, bir ara bacaklarımın titremeye başladı. Bacaklar genellikle stres altındaysanız ve sizi aşan bir durum varsa titremeye başlar. Gerçekten 60-70 belki de 100 metre tırmanmıştık ve duvar hiçbir şekilde kolaşlaşmıyor tam tersine zorlaşıyor ve sürekli önümüze engel çıkarıyordu. Çok kritik hamlelerle ilerlemeye başlamıştık. Bunun yanında ellerim sürekli üşüdüğünden tutamaklardan tam olarak yararlanamadığımı düşünüyor ve ayaklarımın kayması halinde tutunamayacağımdan korkup boşlukta saniyelerce düşüp, bedenimin param parça olacağını da hayal etmiyor değildim, ara da bir aşağıya bakıyordum, manzara gerçekten müthişti, inanılmaz bir boşluk ve yukarıda sizi neyin beklediğini bilmediğiniz dik bir duvar. Bu arada bizi sürekli yukarı doğru tırmanmayı teşvik eden etkenlerden bir tanesi de teke dışkısı görmemiz oldu.

Teke veya dağ keçileri dünyanın en iyi tırmanıcıları arasında yer alırlar, aklımızın hayalimizin almayacağı yerlerden inip çıkabilirler, işte bu duvar da onlardan biriydi. Teke inip çıktıysa biz de çıkabilirdik! kendimizi tabi ki teke kadar yetenekli zannetmiyoruz ama en azından öyle ya da böyle biz burayı çıkabiliriz dememize sebep oluyor, bir şekilde motive ediyordu.

Bu arada dağ keçileri Ön Türk / Türk halklarında kutsal kabul edilen hatta Türklerin ongunu yani kutsal hayvanı diyebileceğimiz, üzerine çok fazla kutsiyet yüklenmiş bir hayvandır. Çoğunluğu Rusların 18 ve 19. Asırlarda Orta Asya’nın bozkırlarında yaşayan ilkel diyebileceğimiz Türk topluluklarından derleyip bugün sanki Türklerin kutsalıymış gibi içimize sokulan kurt masallarından değildir. İskit / Saka, Kimmer, Göktürkler gibi kavim ve devletlerin ana sembolü olmuş dağ tekesi, teknik malzeme olmadan girdiğimiz bu duvarda bize rehberlik ediyor ve eski Türk inancına göre Tanrının yaşadığı doruğa doğru bizi taşıyordu!

Konumuza geri dönecek olursak; evet tekenin gittiğini düşüğümüz yerlerden tırmanmaya çalışıyorduk ancak önümüze sürekli engel çıkıyor ve engeli aşmak tehlikeli hamleler yapmak zorunda kalıyorduk.

Aşağı yukarı 250 metre tırmandıktan sonra önümüze tekrar bir engel çıktı, bu engel daha öncekilerden daha heybetli ve korkutucu duruyordu. Engeller çıkmasına ve onları bir şekilde aşmaya alıştık galiba ama bu biraz daha ürkütücü bir engel. İki hamle yapmanız gerekiyor ama ne tutamak var ne de basamak ve ayağımızda botlar! Hata yapanın yaşama şansı zaten yok. Ben erkeklik yapıp, ben deneyim hocam dedim ama kendimden hiç de emin değilim tabi. Dursun hocam, çantasız burayı tırmanabilirim, tırmandıktan sonra duruma bakarız hocam deyip çantasını çıkardı ve bahsi geçen zor iki hamleyi yapıp rahat bir yere geçti. Bu duvarın pek kolay yeri yoktu, sonuç olarak boşluk hissi daha iyi nasıl yaşanırdı bilmem ama ben halen aşağılara bakıp bulunduğum konumdan müthiş zevk alıyordum, halen düşmemiş ve halen ölmemiştim ve halen aşağıdaki metrelerce boşluğu seyredebiliyordum, değişik bir ruh hastalığının sonucu mu acaba bizim bu yaptığımız?

Sırt çantamı yere indirip içinden ipi çıkarmam gerekiyor ancak bunu başarmak çok kolay değil. Dikkatli bir şekilde çantamı çıkarıyorum ve içinden ipi çıkartıp bir ucunu toplayıp Dursun hocaya atıyorum, sonrasında onun çantasını ipe bağlıyorum ve çantasını yanına alıyor. Şimdi onun yanına gitmesi gereken ve ayakta durması bile sıkıntı olan yerden nispeten daha rahat yere çıkmak için benim çantamla beraber çıkmam gerekli. Dursun hocama bağırıyorum, hocam istasyon kuracağınız yer var mı? Var var hocam ipi bağladım ben, sen emniyet kemerine giy ama nasıl ipe gireceksin? Hallederim hocam, ipi nereye bağladınız, burada ardıç var hocam ondan güzelce bağladım şeklinde konuşmalar sırasında aklıma gelen, vay be demek ki bu duvarda taşa kayaya kök salmış bir ardıç ağacı benim hayat ağacım olacak bugün. Belki mitolojilerde ki gibi göğe yükselen ve ucu bucağı görünmeyen hayat ağacı tasvirine pek uymuyor ama sonuçta şu anda bana hayat veren veya hayata bağlayan bir ağaç yani hayat ağacım. Acaba teke ön ayaklarıyla bu ardıç ağacına ardılıp, sürgünlerinden yemiş midir acaba? Elbette yemiştir, tıpkı Frig ve Sümer hayat ağacı motiflerinde iki dağ tekesinin hayat ağacına ardılıp filizlerinden beslenmeleri gibi.   

Neyse, atc (iniş ve emniyet alma aleti) ile ipe girip atc mi sabitliyorum, amacım eğer düşersem, bulunduğum noktadan daha aşağılara inmeden durmak, tırmanacağım sıkıntılı mesafede iki metreden biraz fazla, sonrası basit olduğu için tırmanışa geçiyorum, hamleleri yapıp Dursun hocanın yanına çıkıyorum. Bu aşamayı geçerken oldukça rahat sayılırım çünkü bir ipe bağlıyım, bunun avantajıyla rahat sayılabilecek şekilde bu aşamayı atlatıp hayat ağacına ulaşıyorum.

Artık bir ohh çekebiliriz, hocam bir şeyler yesek ben epey acıktım, biliyorsunuz kahvaltıda yapmadım dedim ama bir işe yaramadı, Dursun hoca “inandık başaracağız” nidasından sonra, hocam yukarıda güzel bir yer var bak, oraya kadar çıkalım orada mola verelim olmaz mı deyince, tabi ki de hocam buyurun tırmanın dedim ve yaklaşık bir 30 metre daha tırmanıp mola vereceğimiz görece rahat yere ulaştık. Zor yerlerin hepsini bitirdik, aslında duvarı da bitirdik, rota yattı yani eğim azaldı ve Kaletepeye bakan ilk zirveye ulaşmaya 15-20 metre bile kalmadı. Ne oldu anlamadım ama önümüzdeki on beş yirmi metreyi aşmadan bir şeyler yemeye başladık. Dursun hocam uyanık adam hemen çantasından mandalina çıkardı, altı tane mandalina almış nereden baksanız bir kilo eder, üçer tane yedik, ben de ise kuru incir, biraz da ondan yedik, bir de bisküvi açtık derken doyduk. Hocam nasıl olsa zor yerleri geçtik şöyle güzel bir öz çekim yapalım deyip bir de fotoğraf çektik.

Toparlanıp önümüzde ki kolay etabı geçip te sırt kılçığına vardığımızda güneşi gördük, saatlerdir soğuk kayada ellerin epey üşümesi sonrası güneş insanı mutlu ediyor. Çıktığımız duvarın zirvesi öyle bir yer ki dört tarafı da uçurum (bu nokta Tunç Fındık’ın Aladağlar kitabında yer alan Cıngıllı Beşik 66.2 kuzey sırtı rotasıyla birleştiği nokta). Cıngıllı Beşik’in batı sırtları uzanıp gidiyor ve daha zirve dahi görünmüyor. Önümüzde inmemiz gereken yaklaşık yedi sekiz metrelik bir duvar var, iniş için perlon dolamaya uygun bir kaya babasına iki adet açık perlonu birleştirip geçiriyoruz (120-150 cm’lik kapalı perlon ya da tırmanış ipi dolanarak inilebilir) ve önce Dursun Hoca sonra ben aşağıya inip, kılçık hattından biraz tırmanıyoruz. Her ikimiz de kendimizi emniyette hissedecek şekilde pozisyon aldıktan sonra ipi toplayacakken Dursun hocanın “İnandık Başaracağız” nidasından sonra bak hocam buna dalga hareketi derler, o perlonu orada bırakmam diyerek başladı ipi dalgalandırmaya, o perlon oradan çıkmaz hocam boşuna uğraşma hem bir başkasına lazım olur belki derken perlon yerinden çıktı, çıktı çıkmasına ama bir iki metre altında küçücük bir çıkıntıya takılıp kaldı. Dursun hocam, kos koca kaya babasından perlonu çıkarttı ama küçücük çentikten perlonu çıkartmak için epeyce uğraştı.

Evet inandık ve başaracağız, gerçekten önümüze sürekli engel çıkıyor ve biz şimdiye kadar hepsini aşmayı başardık, oldukça iyi gidiyoruz ancak saat öğlen on iki oldu, hemen hemen dört saattir uğraşıyoruz, işin zor tarafı bitti mi acaba ? Teknik olarak düşünürsek, zor kısmı bitmiş olmalı bundan sonra böyle bir duvar tırmanacak değiliz herhalde ama zirveye epeyce var.

Hocam zirve nerde diye soruyorum ben, “aha da oranın arkasında hocam” diye cevap veriyor Google Dursun. Hocam Karasay şurası mı, yok hocam orası Kızılkaya, hadi ya ben nasıl karıştırdım Kızılkaya’yı, gözler az görünce demek ki koca koca setleri fark edemedim, “ayıp ettin hocam, yanında Google Dursun var, sen sor ben söyleyim”  off daha çok varmış hocam üç saat sürer orası, “yok be hocam, bir saate oradayız”, hiç zannetmiyorum ama haydi devam edelim, inandık başaracağız.

Bir süre kayalık sırttan devam ettikten sonra Cıngıllı Beşik Başı’na ulaştık, oradan dağın güneyini oluşturan otlu yamacı güle oynaya geçtikten sonra önümüzü bir duvar kesti.  Biraz yukarıya yelken kaya şeklindeki bir kayanın yanına tırmandığımızda Dursun hoca bir sikke olduğunu fark etti. Aşağıya doğru biraz tehlikeli sayılabilecek bir iniş var ama buradan neden inmişler onu bir türlü anlayamadık. Düşündük taşındık acaba bu dağın klasik rotası neresi diye ama bulamadık ve sikkenin bulunduğu yerden serbest iniş yaparak karşıya geçtik ve gördük ki artık dağın zirvesinin güney yamacına ve zirve altında bulunan kayalıklara ulaşmışız.

Epeyce yol aldık, zirveye çok bir şey kalmadı, basit bir iki tırmanış sonrası zirvedeyiz diye umuyorum ve artık biraz olsun yorgunluk atma zamanı. Mola veriyoruz, açız ve bu konularda uyanık olan Dursun hoca hemen çantasından büyükçe iki ekmek diliminin arasına büyükçe bir beyaz peynir koyarak hazırladığı kıstırmaları çıkartıyor. Aynısından üç tane hazırlamış, nereden baksan bir kilo gelir, birer tane yiyoruz. Hocam duvardan bu yana iki kilo hafiflettin çantayı, bende de içinde dört yumurta olan yarım ekmek var onu ne yapacağız? Onu da yesek te biraz da ben hafiflesem, “yumurta gibi malın olsun hocam, sonra yeriz”.

         Dursun hocam çantaları bırakalım önerisi yapıyor, zaten bir şey kalmadı, zirvede ne kadar duracağız ki, burada bırakalım çantaları diyor, ee hocam mağaraya inecektik, “boş ver hocam mağarayı, başka bahara” evet bu yorgunlukla mağaraya iniş zor ayrıca klasikten çıkacağımıza duvar tırmanarak ve yeni bir rota açarak buralara kadar geldik. Ancak nereden ineceğimizi bilmiyoruz, hatta nereden çıkacağımızı da derken elli metre batımızda bir yelken kaya var, hocam inişi oradan mı yapmışlar acaba diyerek o tarafa yaklaşıp çantaları bırakıyoruz. Dönüşte bu kayanın solundan inilebilir belki diye konuşup, zirve yolunu tutuyoruz.

         Biraz tırmandıktan sonra güney batıya bakan heybetli bir duvarla karşılaşıyoruz, Dursun hoca solundan ben ise sağından çıkmaya karar veriyoruz, ben sola yöneldiğimde düşünüyorum, Dursun hoca orayı nasıl çıkacak diye, çok vahşi bir duvar ve neden tekrar duvar çıkmayı tercih etti bu adam diyerek düşünüyorum ve neden biz ayrıldık ki şimdi, ne gerek var zaten bir sürü zor yeri geçtik, birimize bir şey olsa haberimiz olmayacak şeklinde düşünürken ben de slab kayalığa yönelip o heybetli duvarın kılçığına çıkıyorum bakıyorum arka tarafından gelen yok giden yok. Arka tarafta o kadar vahşi değilmiş, ben aşağıdan fark edememişim.

 Nerede bu adam yahu çoktan çıkmış olmalı diye etrafıma bakarken arkamı dönüyorum ve tam arkamda, varmak için saatlerdir çabaladığımız doruğu ve üzerinde fotoğraf çeken Dursun hocayı görüyorum. İşte o zor duvarın ve sayısız engelin sonunda Cıngıllı Beşik.

Aladağlarda bilindik doruklar haricinde çıkılması zor ve zahmetli ve doyumsuz manzaralar sunan o kadar çok doruk var ki bunlar ancak çıkıldıkça fark ediliyor.

Bu yaz yaptığım tırmanışlardan en çok hoşuma gidenler Çataktepe, Sulağan Kaya ve doğal olarak şu an aklımızdan uçup gitmesin diye yazıya döktüğüm Cıngıllı Beşik doruğu. Hepsi de güzel anılar ve heyecanlar bıraktı bende.

Cıngıllı Beşik; bu ismi kim ve neden verdi bilinmez ama diye başlayan cümleler kurmaktansa biraz kurcalamak bence daha doğru.

Cıngıl: TDK’nın sözlüğüne göre: Kücük üzüm salkımı veya boncuk, gümüş veya altın para ile yapılmış başlığa, giysiye takılan süs anlamına geldiği yazıyor.

Beşik ise bildiğimiz beşik ancak beşiği şimdiki beşiklerle karıştırmamak lazım. Önceki devirlerde özellikle tarlada, dağda bayırda çocuk beşikleri iki ağaç arasına, ya da iki dala bağlanan iplerin ortasına iplerden geçirilen örtülerden yapılırdı. Yandan baktığınızda yatık bir parantez işareti gibi görüntüye sahipti.

TDK’nın sözlüğünden “cıngıl” var ancak cıngıllı kelimesi yok.  -lı’nın isimden sıfat yapan bir ek olduğu ortada ancak yöre insanı tarafından nasıl kullanıldığını bilmiyoruz.

Cıngıllı kelimesi tek başına bu yörede kullanılmış mı diye derleme sözlüklerini kurcaladığımda ise Niğde, Bor ilçesinde – dayanıksız, iradesiz, şeklinde kullanıldığı ortaya çıktı.

Bu bilgilerden özetle iki şekilde düşünmek doğru olacaktır;

Nerde kalmıştık, galiba zirveye ulaşmıştık. Şimdiye kadar edindiğim bir deneyimi burada paylaşmak isterim. Aladağların kuzeyinde veya ortalarında iseniz mutlaka gözünüze çarpacak zirve Demirkazık’tır ama güneyinde iseniz Kaldı’nın harika manzarası ilginizi çekecektir. Çıngıllı Beşik’ten, Kaldı, Güzeller, Sulağan Kaya, Alaca ve başka nicesini izlemek gerçekten doyumsuz.

Sabah duvarı bitirip te, dağın güney yamacına ulaşmak için ip inişi yapıp kılçık kısmını vardığımızda, ben zirveye varmamızın üç saat süreceğini, Dursun hoca ise bir saat süreceğini iddia etmiştik. Saat tam olarak 14.00 ve bu iddialaşma yaşandığında saat 12.00 idi. İkimiz de kaybettik gibi görünüyor ancak en az yirmi dakika zirvenin hemen altında yemek yediğimizi düşünürsek kazanan Dursun hoca oldu.

Bu arada hava muhteşem, açık ve güneşli, tırmanış boyunca incecik bir içlikle tırmandım, molalarda dahi üzerime mont giyme gereği duymadım, rüzgarla ise hemen hemen karşılaşmadık.

Zirvede bolca fotoğraf çekip “inandık ve başardık” diyerek kendimizi ödüllendirdikten sonra inmeye karar verdik. İnişi yapacağımız yeri halen karar vermedik. Sikkeyi gördüğümüz yere gitsek, yani batı tarafına gidip sikkenin oraya tırmanıp, orada bulunan otlu yamaçtan biraz aşağıya inip tekrar güney doğu tarafına dönsek olur diye düşünüyorum. Bu arada halen klasik rotanın neresi olduğunu kestirebilmiş değiliz.

Cıgıllı Beşik çok ilginç bir dağ, en kolay rotasından dağa ulaşmak isterseniz tam bir S harfi çizerek zirvesine ulaşabilirsiniz başka türlü kolay ulaşma imkanı yok. Dağın bütün güney yamaçları duvarlarla çevrili. Hatta dağın batı sırt hattı, güney batı (bizim tırmandığımız duvar), güney doğu tarafı da hatırı sayılır diklikte duvarlarla çevrili, kuzey yamacı ise zaten Emli vadisinden Koca Dölek tarafına giderken sağda kalan duvarlar.

Çantalarımızı biraz aşağıda, yemek yediğimiz yerde bırakmıştık. Çantalarımızın yanına ulaşmamız çok sürmüyor, basit kaya etaplarını geçerek iniyoruz. Çantalarımızı bıraktığımız yer zirvenin belki de 150 metre altı, daha altı zaten duvar. Sırtımızı dağın doruğuna verdiğimizde solumuzda bir yelken kaya var, zirveye çıkmadan önce buradan inilebileceğini konuştuk ve buradan inmeyi deneyelim dedik. Neden böyle bir şey yapıyoruz gerçekten bilmiyorum ama Dursun hocanın Niğde’de ki arkadaş grubu içinde öyle bir namı var ki,sormayın gitsin. “Dursun asla çıktığı yerden inmez” evet bu sefer bir duvar tırmanarak buralara geldik, bütün inişi o duvardan yapmak pek kolay iş değil ama klasik rota diye tahmin ettiğimiz sikkenin oradan basit bir şekilde hiç kayaya girmeden, rahat yerlerden yapabiliriz !

Tabi ki basit olanı yapmıyoruz, yelken kaya şeklinde ki kayanın oradan inişe geçiyoruz, sürekli kaya inişi çok dikkat etmek gerekiyor. Ben bu tarz inişlerde yüzüm boşluğa dönük iniş yapamam, bu durum bana biraz vakit kaybettiriyor ama en azından daha güvenli indiğimi düşünüyorum. Ben yüzüm kayaya dönük, Dursun hoca genellikle sırtı kayaya dönük bir şekilde iniyoruz. Zaman zaman önümüze kar sularının bin yılardır akarak pürüzsüzleştirdiği 3-4 metrelik duvarlar çıkıyor, bu duvarların genellikle sol taraflarına doğru hamleler yaparak bir şekilde aşağıya yaklaşıyoruz. Dursun hocam önden iniyor, son iniş yeri bir buçuk metrelik bir çatlak, inmesi gerçekten zor.

Ve burayı da sağ salim atlatıyorum. Artık mola verme zamanı, önümüzde tehlikeli hiçbir çıkış ve hiçbir iniş kalmadı, bundan sonra Alaca çanağına doğru yürüyüp sonrasında Mangırcı tarafına döndük mü işimiz bitti sayılır.

İniş rotamız, tam olarak olmasa da Tunç Fındık Aladağlar kitabı  66.6 nolu Cıngıllı Beşik Güney Yüzü Rotası olduğunu düşünüyoruz. Kitapta bu rotaya klasik rota deniliyor ancak az sayıda bulunan viciloc kayıtlarına göre bu rota kullanılmamış, yukarıda bahsettiğim S çizen en kolay çıkış tercih edilmiş.

Klasik rota denilince akla en çok çıkılan ve alışılmış rota geldiği için ve bu dağda az tercih edilen bir yer olduğu için şimdilik klasik rotası belli değil diyebiliriz.

Biz 66.6 numaralı rotanın (inişte) daha solundan vadiye indik. Tırmanmak, serbest inişe göre daha kolay olduğu için rota da küçük sapmalar olabilir.

Molamızı bitirdikten sonra, Dursun hoca batonlarını büyük bir özlemle açıyor, “hocam batonlarımı çok özledim, dağda hiç bu kadar ayrı kalmamıştık bunlarla” diyor, bu cümleden güzel bir iş çıkarttığımızı anlıyoruz. Saatin tam olarak kaç olduğunu hatırlamıyorum ama üç civarı olması gerekiyor.

İnandık ve başardık, haydi bakalım dönelim..

Başlıyoruz yürümeye, önce bir iki dağ muhabbetinden sonra ortak ilgi alanımız olan tarihi konuşmaya başlıyoruz. Kimmerler, Sarmatlar, Sakalar, Sümerler derken epey yol alıyoruz. Mangırcı kayasını gören sırtın son noktasına kadar varıyoruz. Buradan sağ taraftan iniş bulmayı umuyorduk ama çabalarımız boşuna gidiyor onun için sola dönüp Alaca rotasının patikasını buluyoruz ve çok geçmeden tırmandığımız duvarın karşısına ulaşıyoruz.

Duvarın bir iki fotoğrafını çekiyor Dursun hocam. Duvarı iyice inceleyip nereden çıktığımızı tekrar kontrol ediyoruz ve güzel bir iş çıkarmışız, duvar epeyce heybetli duruyor diyoruz ve burayı bizden önce çıkan yoksa, ad koyma hakkı bizde, haydi isim koyma zamanı.

Giriş kısmında anlattığım gibi, bu duvarı çıkmamızda bize kılavuzluk eden teke kalıntıları olduğuna göre bu rotanın adı da teke ile ilgili olmalıydı. Birbirimize birkaç öneri sunduktan sonra, bu yeni rotaya TEKE ZORTLATMASI ismini veriyoruz. Bu isim gerçekten yakıştı ve birkaç nedenden dolayı da rota ile tam uyuştu.

Kesinlikle bu duvardan teke inip çıkmıştı ama her teke bu duvardan inip çıkamaz, yaşlı ve tecrübeli bir tekenin inip çıktığı bir yer olmalı.

Ayrıca ben Burdur’luyum ve Teke Bölgesi Yörüklerindenim, bu yönüyle de çok uyumlu oldu.

Tekenin değeri, Türk Mitolojisi ile ilgili kitaplarda pek yer almasa da, Türklerin gezip dolaştığı, yurt edindiği her coğrafyada taşlara kayalara en çok kazınan sembol olma özelliğini kimse elinden alamaz.

En bilinen örneği vermek gerekirse, Moğolistan sınırları içinde yer alan Orhun Vadisinde dikili Kül-tegin abidesinin en üstüne ve atalarımız için en kutsal yön olan doğu tarafına stilize edilerek kazınmış dağ tekesi dahi atalarımızda tekenin önemini ifade etmeye yetecektir. Göktürkler! adıyla bilinen Türklerin kutsalı tekedir.

Teke Zortlatması, memleketim olan Burdur’a ait hızlı zeybeklerin en ünlüsüdür. Oyun şeklini tekelerin gerçek hareketlerinden almıştır. Dağ tekeleri sürülerden ayrı yaşarlar, sadece çiftleşme döneminde sarp kayalıklardan inip sürülere katılırlar, buna katım zamanı denir, evcil sürüler de de aynı özellikler geçerlidir.  Evcil keçilerde dağ keçileri kadar yetenekli kaya tırmanıcılarıdır. Yazın Yedigöller Direk taşa yaptığım tırmanışta beni zirvede altı tane evcil keçi bekliyordu. İndiğimde çoban sormuştu keçiler halen orada mı diye.  Teke katım zamanı gelip te tekeler sürüye karıştığında aralarında güç ve hakimiyet mücadelesi olur. Bu mücadelede tekeler öylesine asil hareketlerle dövüşürler ki gerçekten kendilerine hayran bırakırlar.  Kaya yamaçlarında ise tekelerin daha doğrusu keçilerin hareketleri de inanılmaz estetik ve hayret uyandırıcıdır. Tekenin veya keçilerin bu hareketlerini gözlemleyen yakın atalarım, bu hareketlerden esinlenerek ve benzeterek teke zortlatması oyununu oynamış ve bizlere miras bırakmışlardır.

Böyle bir rotanın adı daha başka ne olabilirdi ki?

Rotanın ismine oy birliği ve içimize sinerek karar verdikten sonra, ormanın içine giriyor ve sohbet eşliğinde Sarı Memedin Yurduna varıyoruz.

Ben yolda Dursun hocama diyorum ki;

-Hocam benim kahve içmem lazım, sabah ta içemedim, ben kahve içmeden bir yere gitmem, arabaya varınca ben kahve yapacağım.

-Tamam hocam, ne istersen onu yap.

Yolun uzunluğunun verdiği yorgunluktan olsa gerek, daha çabuk varabilmek için bazı yerlerde patikanın kestirmelerini kullanıyorum, bu anlarda Dursun hoca “risk alıyorsun hocam, risk alma, bak bana “ diyor. Tabi sonrasında gülüşmeler.

Benim Hint katırımın yanına varıyoruz (Tata Xenon picup) kasasından masa ve sandalyeleri indiriyorum, tüp ve filtre kahve ocağını da indiriyorum ve hemen bir kahve yapıp içiyoruz.

Dün akşamdan beri çantamda taşıdığım, içinde dört yumurta ve bir domates olan yarım ekmeğimi çıkartıyorum ve bölüşüp yiyoruz. En sonunda çantamı biraz olsun hafiflettim :).

Bence ilk defa çıkılan rotaların bir adı olmalı, adının bir anlamı ve bir hikayesi olmalı. İşte bu öykünün anlattığı bu.

Su-meru bekçisi Cengiz Kayacılar hocamın tarifiyle, modern dünyanın dervişi Dursun Şimşek’e, unutulmayacak bu  faaliyet için sonsuz teşekkürler.

 

“TEKE ZORTLATMASI”

ROTA RAPORU

Zorluk                    : IV+ / V+ Derece kaya tırmanışı

Yükseklik Farkı      : Duvarın dibinden üstüne yaklaşık 500 metre, Sarı     Memedin yurdundan zirveye 1450 metre.

Süre                        : Faaliyetin tamamı 11 saat 30 dakika. Duvarın çıkışı 3,5-4       saat

İlk Çıkış                  : Dursun Şimşek ve Umut Karkın

Tarih                       : 29 Ekim 2020

 

Açıklama                : Mangırcı vadisinden gelinip Kale Tepe sapağı geçildikten 50 metre sonra, solda yer alan duvarın dibinden (güney batı) tırmanış başlamaktadır. Tırmanışta rotanın yaklaşık 350. Metrelerinde tek bir noktada ip açılmıştır. Genellikle sağlam kayadan oluşan ancak yer yer büyük kütleler halinde kopmak üzere olan kayalarla karşılaşılmıştır. Rota genellikle IV+ derecede ilerlemekle beraber bazı noktalarda V ve V+ derece hamleler mevcuttur.  Duvar dibinden son 30 metreye kadar boşluk hissisin yoğun olarak yaşandığı bir rotadır. Rota üzerinde yeterli miktarda geleneksel tırmanış malzemesi tutturulacak nokta vardır. Öğleden önce rotaya güneş gelmemektedir. Duvarın bitimine 30 metre kala eğim azalmakta ve rahat bir şekilde duvarın üst zirvesine varılmaktadır. Duvarın üstünden 6-7 metrelik ip inişi ile batı sırt kılçığına inilmesi gerekmektedir. Bu noktada kaya emniyet için elverişlidir. 150 veya 120 cm’lik kapalı perlon takılması yada ip kaya babasından tırmanış ipi dolanarak iniş yapılması gerekmektedir. İnişten sonra III+ derecelik tırmanışlarla, dağın Cıngıllıbeşik Başı denilen batı doruğuna ulaşılır, buradan, dağın otlu ve basit güney yamaçları doğu yönünde ancak sırta yakın olarak takip edilir. Bir süre sonra Emli boğazından görünen büyük mağaranın çapraz üst kısmına ulaşılır. Kısa bir süre sonra kuzeyden güneye inen bir çatlağa ulaşılır, burada III veya III+ derecelik 3-4 metrelik inişle dağın asıl kütlesinin güney yamacına ulaşılır. Basit kaya tırmanışlarıyla doruğa varılır (3200 m.).

İniş                         : Tunç Fındık / Aladağlar kitabında yer alan 66.6 numaralı rotadan yapılabileceği gibi, daha kolay olması istenirse ana kütleden inişte sağa dönülüp, III+ derecelik iniş yapılan yerden aynı şekilde 4-5 metre tırmanılarak sonra aşağıya vadi tabanına ulaşılır, tabandan sola dönülerek güney doğu yönüne (Alaca tarafına) doğru ilerlenir ve vadi sonundan U çizecek şekilde dönülür ve mangırcı vadisine ulaşılır.

 

ÖNEMLİ NOT        : Bu tırmanışı serbest olarak gerçekleştirmek bizim tercihimizdir, bu rotayı tırmanmak isteyen ekiplerin yöntemi de kendilerine kalmıştır.